23 Ekim 2015

,

Holokostu Yeniden Yazmak


İsrail Başbakanı Netanyahu, Salı günü Dünya Siyonist Örgütü Kongresi’nde, kendi ölçütleri dâhilinde bile haddini aşan bir iddiada bulundu. Netanyahu, Hitler’in başlarda (Madagaskar Planı olarak da bilinen plan üzerinden) sadece Yahudileri Avrupa’dan kovma yanlısı olduğunu, ama Filistinli Kudüs Başmüftüsü Hacı Emin Hüseyni’nin onu imha harekâtı konusunda ikna ettiğini söyledi.

Netanyahu’nun sözlerini ilk duyduğumda, aklıma hemen İsrail Yanlısı Birleşmiş Hristiyanlar başkanı Papaz John Hagee’nin benzer ifadesi geldi. Ağır antisemitist olan Hagee, bir vaazında Hitler’in Yahudileri İsrail’e sürmesi için Tanrı tarafından gönderilmiş bir “avcı” olduğunu söylüyordu.

Ancak bu değerlendirmelerde Hitler, esasında Tanrı’nın değil, müftünün bir ajanı olarak çıkıyor karşımıza!

Netanyahu’nun ifadesinin Holokost’u inkâr edenlerin işine geleceği kesin. Ama onun asıl yapmak istediği, Siyonist tarihçilerin altmış yıldan fazladır yaptığı şey: bu tarihçiler, Filistin’i ve liderlerini Holokost’un esas ortakları olarak takdim ediyorlar ve Arapların Siyonizme dönük düşmanlıklarının yerleşimcilik, toprak hırsızlığı ve insanları kitleler hâlinde sınır dışı etme ile bir alakasının olmadığını iddia ediyorlar. Her şeyin sebebi, Filistinlilerin ve Arapların Yahudilerden nefret etmesi. Başka bir deyişle, antisiyonizm antisemitizmden başka bir şey değil.

Kudüs’teki Siyonist Holokost hatıra müzesi Yad Vashem de bu değerlendirmelerde önemli bir rol oynadı. Müzede Kudüs Müftüsü’ne bir duvarın tamamı ayrılmış. Holokost Ansiklopedisi’nde müftüye ayrılan kısım Hitler’e ayrılandan biraz daha az ama Goebbels, Goering, Heydrich ve Himmler ile ilgili kısımların toplamından fazla.

İsrailli tarihçi Tom Segev’in ifadesiyle, Yad Vashem’deki Filistinlilere ait tek görüntü “bir grup fırtına birliklerine karşı Nazi işareti yapan Müftü’yü gösteren, bir duvara asılı fotoğraf.” Fotoğrafın amacı, “ziyaretçilerin müzeyi Arapların İsrail’e dönük düşmanlığı ile Nazilerin Yahudileri imha planı arasındaki ortaklığa dair bir sonuca ulaşmış olarak terk etmelerini sağlamak.”

Müftü küçük bir savaş suçlusu ama onun Nihai Çözüm’ü teşvik ettiği iddiası tam bir saçmalık. Eğer savaşın büyük suçlusundan söz etmek gerekiyorsa o da ilkin Nazilerin yürüttüğü “T4 Aksiyonu” isimli ötenazi programında, ardından Nihai Çözüm’de kullanılan mobil gaz kamyonlarının mucidi ve gaz odalarının babası Walter Rauff’tur.

Rauff’un ellerinde yüz binlerce Yahudi’nin kanı vardır ve o Naziler, 1943’te Tunus’u işgal ettiğinde oradaki Yahudileri öldürmek için Kairouan şehrinde bir soykırım kampı kurmaya çalışmıştır. Ancak adaletin karşısına çıkmak yerine savaş sonrasında Rauff İsrail ajanı olmuş, sonrasında İsrail onun Güney Amerika’ya kaçmasına yardım etmiştir.

Bu noktada Netanyahu’nun 1921’de göreve gelmesi sonrası Siyonistlerin Hacı Emin Hüseyni’yi akladığı gerçeğini de inkâr ettiği üzerinde durmak gerekmektedir. Balfour Deklarasyonu için yürütülen lobi faaliyetinde önemli bir araç olan İngiliz Yüksek Komiseri Sör Herbert Samuel onu seçmiştir, çünkü önemli Siyonist isimler, Hüseyni’nin ileride kendileriyle ortak olacağını düşünmüşlerdir.

Öte yandan, birçok Filistinli daha da ileri giderek Müftü’nün 1936-39 İsyanı sonrası İngilizlerle işbirliği yaptığını iddia ederler. Filistinliler, Hacı Emin Hüseyni’yi tarihin hiçbir aşamasında seçmemişlerdir. Onu Filistinlilere dayatan, İngilizler ve Siyonistler olmuştur.

Müftü, esas olarak Sırp Çetniklerle savaşmak için Bosna’da üç Müslüman birliği örgütlemekten sorumlu kişidir. Bu askerlerse Yahudilerin sürgününde rol oynamamış, sadece 210 kadar Yahudi’yi bugünkü Kosova’da Nazilere teslim etmişlerdir.

Gilbert Achcar’ın The Arabs and Holocaust [“Araplar ve Holokost”] isimli çalışmasında tespit ettiği üzere, bu askerler Miğfer Ülkeleri’nin güttüğü davayla hiç ilgilenmemişler, yeniden eğitim görmek için Fransa’ya gönderildiklerinde ise kaçıp Direniş saflarına katılmışlardır.

Netanyahu’nun bahsetmediği diğer bir husus da Bosna’da Yahudilere ve Sırplara karşı Hırvatların-Nazilerin aldıkları tedbirlere karşı üst düzey Müslüman din adamlarının yayınladıkları üç ayrı deklarasyondur. Bu deklarasyonlardan biri 1941’de Mostar’da, biri Aralık 1941’de Banja Luka’da, diğeri de Ekim 1941’de Saraybosna’da yayınlanmıştır. Avrupa’da Nazilerin işgal ettiği tek Müslüman ülke olan Arnavutluk’ta bulunan Yahudilerin sayısı savaş sonunda (iki bin) savaş başına (iki yüz) kıyasla daha fazladır. Nazi işgali altında Arnavutluk’tan tek bir Yahudi sürgün edilmemiştir.

Hitler ile Müftü arasında 28 Kasım 1941’de yapılan toplantının bir dökümü Walter Lacquer’ün Israel-Arap Reader kitabında yer almaktadır. Burada Müftü’nün Hitler’i Yahudileri imha etmesi konusunda teşvik ettiğine dair herhangi bir ifadeye rastlanmamaktadır. Müftü, Nihai Çözüm’den ancak 1943 Yaz’ında Himmler üzerinden bilgi sahibi olur.

Hitler’le konuşmasında Müftü, Almanya’yı Suriye, Irak ve Filistin gibi Arap ülkelerinin bağımsızlığını desteklediğine dair açıklamaya yapmaya zorlar. Hitler ise bunu reddeder, zira o, böylesi bir açıklamanın Fransa’da sorunlara yol açacağını, açıklamayı Fransız İmparatorluğu için bir tehdit olarak görebilecek Charles de Gaulle’ün destekçilerini güçlendireceğini söyler.

Gerçekte Hitler’in Arapların bağımsızlığını desteklemek gibi bir niyeti yoktur. Eğer Almanya Arap ülkelerini işgal ederse, bu hamle muhtemelen Britanya ve Fransa’yı birer emperyalist güç olarak gölgede bırakacaktır. Birçok Nazi’ye göre Araplar, Yahudilere kıyasla ırk merdiveninde daha alt basamaklarda yer almaktadır.

Müftü Hitler’le buluştuğunda Nihai Çözüm Haziran 1941’de Rusya’nın işgal edilmesiyle birlikte zaten başlamıştır. O dönemde Hareket Birlikleri [Einsatzgruppen] ve Einsatzkommando [Hareket Komandoları] isimli, Beyaz Rusya ve Ukrayna’da Kara ordusunun [Savunma Gücü -Wehrmacht] arkasında ilerleyen ölüm mangaları bir milyon kadar Yahudi’yi toplu olarak kurşuna dizmiştir. Kiev dışındaki Babi Yar’da 33.000’den fazla Yahudi, Eylül 1941’de hâlihazırda katledilmiştir.

Auschwitz’de insanların gazla öldürülmesiyle sonuçlanan deneyler Eylül 1941’de başlamıştır. Bu süreçte Polonya ve Rusya’daki hapishanelerde 850 savaş tutsağı katledilmiştir. Aralık 1941’in başında ilk soykırım kampı olan Chelmno faaliyetlerine başlamış, kampta mobil kamyonlarda karbon monoksit gazı kullanılmıştır. Belzec Kampı ise Mart 1942’de faaliyete geçmiştir.

Goebbels’in günlüklerine göre, 12 Aralık 1941’de Hitler Berlin’de Nazi liderlerine bir konuşma yapar. Goebbels’in günlüğüne kaydettiği konuşma şu şekildedir:

“Yahudi Sorunu ile ilgili olarak Führer temizlik harekâtı başlatmaya kararlı. Belirli bir kehanete dayanarak başka bir dünya savaşı başlatırlarsa kendilerinin imha edileceklerini söyledi. Bu, boşuna yapılmış bir konuşma değildir. Dünya savaşı kapımızı çalmıştı. Yahudilerin imhası savaşın zorunlu bir sonucu olarak gerçekleşmelidir. Bu mesele duygusallıktan arınarak ele alınmalıdır. Yahudilere değil, sadece Alman halkına sempati duymalıyız.”

Eğer Netanyahu’ya inanacak olursak bu konuşma, Hitler’in Müftü ile yaptığı toplantının bir sonucu olarak gerçekleşmiş olmalı.

1923-4’te yazılan Kavgam’da Hitler şunları söylüyor:

“Büyük Savaş’ta cephede milyonların feda edilmesi, ancak halkı yozlaştıran bu on iki ilâ on beş bin İbrani’nin zehirli gaza maruz bırakılmasıyla engellenebilir.”

30 Ocak 1939 tarihli o “kehanet yüklü” konuşmasında Hitler, Yahudi ırkının yok edilmesinden açık bir biçimde bahseder, üstelik bu tespitini üç kez yineler.

“Bugün de ben biraz kâhin olayım. Eğer Avrupa içindeki ve dışındaki beynelmilel Yahudi finansçılar, bir kez daha ulusları bir dünya savaşına sokma konusunda başarılı olacaklarsa bunun sonucu, dünyanın Bolşevikleşmesi, dolayısıyla Yahudilerin zaferi değil, tüm Avrupa genelinde Yahudi ırkının imhası (vernichtung) olacaktır.”

Ardından derhal, Nihai Çözüm’ün habercisi olan “T4 Aksiyonu” devreye girer. Sonuçta kimi tahminlere göre beş yüz bin engelli Alman, Almanya’da tesis edilmiş altı katliam merkezinde öldürülür. Ardından Katolik Piskopos Münsterli Galen, bu eyleme karşı bir şeyler söyleyince Hitler programa son vermek zorunda kalır (gene de program, toplama kamplarında devam eder.).

Burada tek söylemeye çalıştığım şey, tüm Siyonist bakış açısının tarihin yeniden yazılmasına dayandığıdır. Yahudilerin Filistin’e “geri dönüş”ü, Nekbe’nin inkâr edilmesi ve Holokost’tan kimin sorumlu olduğu meseleleri bu yazım süreci konusunda asla istisna teşkil etmezler. Netanyahu’nun Nazilerin işledikleri o korkunç suçların yükünü Filistinlilerin omuzlarına yüklemeye çalışmasında yeni bir şey yoktur.

Tony Greenstein
22 Ekim 2015
Kaynak

0 Yorum: