19 Ekim 2015

Evet Emperyalizmin Bir Yönetici Sınıfı Var


Tarih, ne rastgele meydana gelen bir dizi hadiseden ibarettir ne de süper yetkileri haiz fesatçıların küçük bir komplosuna ait, önceden kurulmuş bir oyuncak. Hakikat, bunun ikisinin arasında bir yerde durmaktadır. Hacmi büyükçe olan, sınıf ve sistem konusunda belirli bir bilince sahip derin devlet ile özel ve yönetsel iktidarı ellerinde toplayanların arasından çıkan emperyal plancılar, yakın tarihin önemli bir kısmının genel hatlarını biçimlendirmek için bir araya geliyorlar. Bunlar, ana karargâhı hâlâ esas olarak ABD’de olan, küreselleşen dünyada çeşitlilik arz eden, daha çok sayıda karakol kuran kâr sistemine hizmet ediyorlar.

Bu insanlar, olayların gidişatı ve perde arkasındaki politika üzerinde muazzam etkilere sahipler, bu işleri o karanlık ve aldatıcı demokrasi adına yapıyorlar. Ama mesele, fesatla ilgili değil. Burada sorgulanan plancıların sayısı çok. İsimleri, faaliyetleri ve özgeçmişleri, sahip oldukları nüfuza ait sicil, gerekli bağlantıları kurma konusunda vakti, becerisi, enerjisi ve isteği bulunanların sorgusuna açık durumda.

Mesele sınıf iktidarı, halk yönetimi bahanesinin altında ve ötesinde hüküm süren paranın, zenginliğin ve imparatorluğun seçimle iş başına gelmemiş, birbiriyle ilişkili diktatörlükleri. (1941’de ABD Yüksek Mahkeme Yargıcı Louis Brandeis şunları yazıyor: “Kendi tercihlerimizi kendimiz yapmalıyız. Elimizde demokrasi olabilir ya da birkaç kişinin elinde yoğunlaşmış bir zenginliğe sahip olabiliriz, ama her ikisine birden sahip olamayız.”)

Mesele, kapitalizm ve onun şeytanî ikizi emperyalizm. Bunlara bir de ağır dozlarda ırkçılık, patriyarka, milliyetçilik, polis devleti düzeni ve ekolojik tahribat ekleniyor. Mesele, tam da Karl Marx’ın “burjuvazinin tüm yeryüzünde piyasayı sürekli genişletme ihtiyacı.” Alman solcu Rosa Luxemburg’un bir seferinde dile getirdiği biçimiyle, “sermaye, kısıtlanmamış birikim için üretim araçlarına ve tüm dünyanın işgücüne muhtaçtır.”

ABD denilen dünyanın ve tarihin en güçlü kapitalist devletinin yönetici sınıfının yaptığı planları ve sahip olduğu nüfuzu en açık biçimde Dış İlişkiler Konseyi’nde (CFR) tanık olmak mümkün. Elitlere ait planlamanın ve ağlar oluşturma pratiğinin ülke içinde ve dışında cereyan ettiği yüzlerce kurum ve örgüt var. Ama solcu tarihçi Shoup’un o okunması gereken Wall Street’s Think Tank: The Council of Foreign Relations and the Empire of Neoliberal Geopolitics, 1976-2014 [“Wall Street’in Düşünce Kuruluşu: Dış İlişkiler Konseyi ve 1976-2014 Arasında Neoliberal Jeopolitika” -Monthly Review Press, 2015) isimli yeni kitabında, hiçbir grubun giderek büyüyen ulusötesi kapitalist yönetici sınıfın ve ABD’nin kapitalist elitlerinin küresel ve ulusal sınıf çıkarlarını dillendirme konusunda CFR’nin menziline, ölçeğine ve nüfuzuna yaklaşamadıklarını ortaya koyuyor. 5.000 üyesi (o övündüğü 1,4 milyon dolarlık emlâk zenginliği), Fortune 500 listesine soktuğu 170 isim, 330’u aşkın personel, 60 milyon dolarlık bütçesi ve 490 milyon dolarlık varlıkları ile Konsey, New York’un ve Washington’ın üst sınıfın takıldığı mahallelerinde, kapalı kapılar ardında alabildiğine gizli toplantılarda insanlığın geleceğini tartışıp ona karar vermeye cüret eden tüm ABD’li özel düşünce kuruluşlarının en büyüğü ve en güçlüsü. Laurence H. Shoup’a göre, “son kırk yıldır CFR, ABD’deki en önemli özel örgüt olarak sahip olduğu merkezî konumu başarıyla korumakla kalmadı, ayrıca o, ülkede eşine rastlanmayan bir yapıya dönüştü. Konsey, oynadığı rolün kapsamını genişletti ve ABD ile dünyanın önemli bir kısmını yöneten o küçük plütokrasinin merkezinde kalmayı sürdürdü.”

Tanımıyla tutarlı biçimde CFR üyeleri, ABD’de yürütmede uzun süredir önemli roller oynuyorlar. Jimmy Carter’ın hazine bakanı (Michael Blumenthal), ulusal güvenlik danışmanı (Zbigniew Brzezinski), dışişleri bakanı (Cyrus Vance) ve silâh kontrolü direktörü (Paul Warnke), başkan yardımcısı (Walter Mondale), savunma bakanı (Harold Brown) ve CIA direktörü (Stansfield Turner); Başkan Ronald Reagan’ın dışişleri bakanları (Alexander Haig ve George Schultz), ulusal güvenlik danışmanları (Colin Powell ve Frank Carlucci), hazine bakanı (Donald Regan), savunma bakanları (Casper Weinberger ve Frank Carlucci) ve CIA direktörleri (William Casey ve William Weber); George H. W. Bush’un on bir üst düzey dış politikacısının onu; Bill Clinton’ın üst düzey on yedi dış politikacısının on beşi ve üç hazine bakanının ikisi; George W. Bush’un üst düzey görevlilerinin on dördü; Obama’nın üst düzey dış politika görevlerinin on ikisi, bunun yanında içişlerinden beş kişi CFR üyesi.

CFR, başka önde gelen “kâr amacı gütmeyen” düşünce kuruluşları ve politika gruplarına da (Brookings, Carnegie, Wilson Merkezi, Amerikan Girişimcileri Enstitüsü, Miras Vakfı, Peterson Uluslararası Ekonomi Enstitüsü, RAND Derneği ve daha birçoğuna) üye olan direktörlerden ve isimlerden oluşan rakipsiz, geniş bir iç ağa sahip. Bu ağa başka özel politik gruplar (ABD Ticaret Odası, İş Dünyası Konseyi ve İş Dünyası Yuvarlak Masası), lobicilik yapan önemli şirketler, Fortune 500 içindeki üst düzey şirketler, özel özsermaye ve bankacılık dışı yatırımlar yapan şirketler, stratejik politik risk ve danışmanlık şirketleri (Kissinger Dostları ve Albirght-Stonebridge Grubu), önemli üniversiteler (en başta Harvard ve Yale), (başını Rockefeller Vakfı’nın çektiği) vakıflar ve aralarında New York Times, Wall Street Journal ve Washington Post’un bulunduğu medya bağlantıları da dâhil.

CFR’nin Çalışmalar Programı, 1987-2004 arası dönemde 180’den fazla kitap çıkartmış, 1993-2014 arasında ise 1.800’den fazla akademik dergi makalesi yayınlamış. CFR’nin ayda bir düzenli olarak çıkardığı Foreign Affairs dergisi, hükümet içerisinde politika yapan isimler arasında en etkili yayın. CFR Kardeşleri düzenli olarak görüşler-başyazılar kaleme alıyor ve bunlar, CFR’nin neoliberal ve emperyal ajandasının ilerletilmesi için medyaya servis ediliyor (Shoup’a ait faydalı bir “neoliberalizm” tarifi için 1. dipnota bakınız.) Örgüt, her yıl bine yakın toplantı düzenliyor, bu toplantılar ağırlıklı olarak New York’ta ve Washington’da yapılıyor, ama ülke genelinde başka büyük şehirlerde de benzer toplantılara rastlanıyor. CFR liderleri, ülke içinde ve dışında ABD’li ve yabancı hükümet liderlerine gayri resmi sayısız danışmanlık hizmeti ve brifing veriyor.

Dünya genelinde “yönetici sınıf içerisinde küçük, bütünleşmiş bir ulusötesi kapitalist sınıfın” (Shoup) son kırk yıl içerisinde zuhur ettiği süreçle uyumlu olarak CFR de yetmişlerden beri bir dizi uluslararası ağ oluşturdu. Bu ağlar, dünya genelinde “üst sınıf”a mensup zengin ve güçlü birey ve gruplardan oluşuyorlar. Bu ağla ilişkili yapılar İngiltere’deki kardeş grup Kraliyet Uluslararası İşler Enstitüsü, Avrupa’daki elitlerin oluşturduğu Bilderberg Grubu, şirketlerin nüfuz ettiği (ABD’li, Japon ve Avrupalı elitleri birleştiren, yetmişlerin başında “demokrasinin fazlalıkları” ile mücadele etmek için oluşturulan) Üçlü Komisyon, G30 (ABD, Avrupa ve Asya’dan özel ve kamuda çalışan üst düzey görevlilerin bir araya geldiği Otuzlar Grubu) (başında dünya genelinde aşırı zenginlerin bulunduğu) CFR Uluslararası İstişare Kurulu ve “Konseyler Konseyi” olarak da bilinen, dünyanın en zengin 20 ülkesinden neoliberal düşünce kuruluşlarını bir araya getiren küresel CFR.

Shoup’un gösterdiği kadarıyla ABD kapitalist sınıfının üst kesiminden başka kimsenin CFR içinde önemli ve etkili bir konumu yok. Son 45 yıldır üst düzey on lideri kapitalist elitlerden geliyor ve özellikle “Wall Street olarak bilinen finans sektörünü temsil ediyor.” Şu örnekleri vermek mümkün: CFR başkanları David Rockefeller (tarihteki en büyük aile mirasının varisi, Chase Manhattan Bankası’nın başkanı ve 1970-1985 arası dönemde CFR başkanı), Peter Peterson (özel Blackstone Grubu’nun kurucularından milyarder bir isim ve 1985-2007 arası CFR başkanı) ve mevcut başkan Robert Rubin (Goldman Sachs ile Citigroup’un CEO’su, Bill Clinton’ın hazine bakanı, Obama’nın ekonomi danışmanı ve 2007’den beri CFR başkanı).

CFR’nin kapitalist, Wall-Street güdümlü yapısının reklâma asla ihtiyacı yok. Kıdemli üyelerinden ve en önemli aydınlarından biri olan Michael Mandelbaum on yıl önce şunu söylüyordu: “ABD dış politikasının genel gidişatını küçük bir dış politika eliti belirliyor. Kamuoyundan pek girdi alınmıyor.” Shoup ise şu tespiti yapıyor: “Mandelbaum ‘elit’ derken, esasında kendi örgütü CFR’nin başını çektiği kapitalist yönetici sınıftan söz ediyor.”

Shoup’a göre, “Konsey ile bağlantılı olmayan ya da çok az bağa sahip önemli birkaç yerel kurum var ve bunlar genelde sağcı yapılar.” Bu kurumların en ünlüsü, “Koch Biraderler denilen ekonomi ve politika imparatorluğu.” Bu yapı, “güçlü devlet” içerisinde CFR’nin kaderini paylaşmıyor, kapitalist elitlere “hükümetin korunması, müdahale ve bağışlar” konusunda katkı sunuyor. CFR, “bugün emek hareketi gibi biraz sola yakın kurumlarla ve aktörlerle birlikte olmakla pek ilgilenmiyor.”

Net konuşmak gerekirse, CFR’nin ideal “güçlü devlet”i kapitalist-neoliberal ve emperyal bir devlettir. Onlar, solcu sosyolog Pierre Bourdieu’nün dediği “devletin sağ eli”nin güçlü olmasını istiyorlar. (Bu, hükümetin serveti ve iktidarı yukarı doğru yeniden dağıttığı, savaşlar çıkarttığı, işçileri ve alt katmanları disipline ettiği eli). CFR bu elin sol elden daha fazla güçlü olmasını, daha fazla paraya boğulmasını istiyor. Sol el ise geçmişte halk hareketlerinin kazandığı, işçilerin, fakirlerin ve ortak iyinin çıkarlarının savunulması ile ilgili. CFR’nin “ABD’nin küresel gücünü ülke içinde restore etmek” için çalışan, kısa süre önce kurulup aldatıcı bir biçimde “Amerika’yı Yenileme İnisiyatifi” ismini alan yan kuruluşu devletin borçlarının artan oranlı vergilendirme ve Pentagon’un devasa bütçesini keserek değil (Pentagon bütçesi, ileri teknoloji şirketlerine ABD’nin ihtiyarî harcamalarının yüzde 54’ünü bulan muazzam sübvansiyonlar sağlıyor) Sosyal Güvenlik ve Tıbbî Bakım Sigortası (Shoup’a göre, her iki program da “esasında birer hediye değil, devletin gözetiminde milyonlarca işçiden kesilip tasarruf olarak biriktirilmiş maddî kaynak”) gibi sözde yardımları azaltma yoluyla düşürülmesini savunuyor. Konsey, göçmen politikasının doğrudan “şirketlerin piyasa ihtiyaçları”na bağlanmasını, kamu sektöründe sendika üyeliğinin sayıca azaltılmasını ve ülke içinde ekolojiyi tahrip eden (hidrolik kırılmayı da içeren) petrol ve gaz arama çalışmalarının ve açık maden ocağı işletmeciliğinin yoğunlaşmasını istiyor.

2013 tarihli etkili çalışması Foreign Policy Begins at Home: The Case for Putting America’s House in Order’da [“Dış Politika Ülke İçinden Başlar: Amerika’da Evin İçini Düzene Sokma Meselesi”] CFR Başkanı Richard Haass (önde gelen küresel yatırım yönetimi şirketi Fortress Management’ın direktörü) ABD’deki emeklilik yaşının daha fazla yükseltilmesini talep ediyor. Ona göre, “insanlar altmışına girdiğinde hâlâ ‘on ilâ yirmi yıl daha çalışmak’ gibi bir gerçekle yüzleşiyorlar.” Birçok CFR çalışanı ve örgüt üyesi gibi Haass de özelleştirmeyi savunuyor, ama öte yandan da istemese ertesi günden itibaren çalışmama imkânına sahip olduğu bir hayatı yaşıyor.

Tüm bunlar, CFR üyesi ve Harvard profesörü Samuel P. Huntington’ın 1975 tarihli The Crisis of Democracy: Report on the Governability of Democracies to the Trilateral Commission [“Demokrasinin Krizi: Üçlü Komisyon’a Sunulan Demokrasilerin Yönetilebilirliği ile İlgili Rapor”] isimli kitabındaki argümanla gayet tutarlı. Kapitalizmin halk yönetimine karşı olduğunu dürüstçe kabul eden Huntington, kitapta ABD’nin “demokrasi fazlası”ndan ve “demokrasi hastalığı”ndan muzdarip olduğunu, bunların altmışlarda intizamsız bir biçimde yaşanan yurttaş ayaklanmalarından kaynaklandığını söylüyor. Halk egemenliğine dönük bu aşırı müsamahayı belirli ölçüde gidermek için Huntington, diğer başka şeyler yanında, hükümet harcamalarının ve düzenlemelerinin azaltılmasını, kapitalizmin oynadığı bir rol olarak özel “serbest piyasa”nın genişletilmesini öneriyor. Shoup’un tespitiyle, “Huntington’daki bu pervasızlık ve neoliberal[1] gerçeğe dönük doğrudan savunu, ABD toplumunda güçlü olan, bugüne dek hiç açıktan karşı konulmayan, ABD’nin mükemmel ve istisnai bir demokratik toplum olduğuna dair retoriğe halel getiriyor.”

Peki CFR’nin bugünkü bu belalı geçerlilik hâlinden bizi kim kurtaracak? Shoup’un gösterdiği kadarıyla, yetmişlerden beri ABD ve dünya tarihinin her yerinde CFR’nin parmak izleri var. Servetin ve iktidarın muazzam ölçülerde yukarı doğru yoğunlaşması süreci, hem ABD’de hem de dünyada yaşanan bir süreç (ülkedeki en zengin yüzde bir, en alttaki yüzde doksanın servetinden daha fazlasını elinde bulunduruyor) son kırk yılda doğrudan neoliberal-aşırı kapitalist (post-keynesyen, “post-fordist, hatta Yale’den Walter Russell Mead[2] gibi sisteme dair bir bilince sahip, üst sınıftan CFR aydınlarının diline pelesenk ettiği biçimiyle, “binyıl” kapitalizmi) dünya görüşü ve politikaları yönünde ilerliyor. Bu görüş ve politikalar, CFR direktörleri ve uzmanlarınca güçlü ve acımasız bir biçimde savunuluyorlar. Söz konusu savunu ise örgütün son kırk yılda edindiği şirket yanlısı, finansal özüyle gayet uyumlu. ABD’nin Irak’ı devasa ölçülerde, kitle katliamlarına yol açan, küresel önemi haiz bir savaşla yıkışı, ABD dış politikası için “Vietnam Savaşı”ndan beri en önemli ve en fazla yıkıma yol açmış savaşı CFR’nin Irak’ın (üst düzey CFR uzmanlarınca dünya kapitalizminin ekonomik ve askerî sistemi içinde hegemonik jeopolitik kaldıraç için kritik bir silâh olarak görülen) zengin petrol kaynaklarının kontrolüyle ilgili olarak Washington’a ilettiği açıktan emperyalist ve neoliberal taleplerle uyumlu bir biçimde yürütüldü ve Irak bir “serbest piyasa cenneti”ne dönüştü.”[3] Washington’un Irak’ta azimle sürdürdüğü, suça batmış hatalı girişimleri konusunda CFR “neoliberal jeopolitika imparatorluğu”nun ABD öncülüğünde genişlemesini talep etti. Konsey NATO’yu genişletti, “serbest ticaret”le ilgili yatırımcıların haklarını artırdı (şirket yanlısı-küreselleşmeci Pasifik Ötesi Ortaklığı [TPP] ve Atlantik Ötesi Ticaret ve Yatırım Ortaklığı [TTIP]), Batı Pasifik’te gayet tehlikeli olan Çin’le husumeti artırdı, Ukrayna’nın ve diğer eski Sovyet devletlerinin Batı kapitalizmine katılmasını teşvik etti (Rusya ile muhtemel bir çatışma için ateşe benzin döktü), Suriye’yi mahvetti, önemli emperyal ortağı İsrail’i korudu, (diğer sayısız cani ve ırkçı ABD’ci-emperyalist araçlarla birlikte) uzak diyarlara Özel Operasyon Güçleri ve insansız hava aracı saldırıları ile cihad hareketlerine gerekli yakıtı vererek, “esmer azgelişmiş dünya”yı terörize ve militarize etti, genetiği oynanmış tarımla tarımda mülksüzleşmeyi hızlandırdı ve Dünya’nın alabildiğine yoksul Güney’inde yıkıma yol açan neoliberal sosyal politikaları savundu.

Bu esnada insan kaynaklı iklim değişikliği belası ortaya çıktı ve bu bela, insanlığın bekasını, düzgün bir geleceği tehdit eder hâle geldi. CFR, sermaye üzerindeki her türden kısıtlamaya dönük sert neoliberal muhalefetine uygun olarak, bu gerçeği ciddi bir biçimde kabullenmedi, söz konusu gelişmeye dönük herhangi bir muhalefet ortaya koymadı. Shoup’un ifadesiyle, “küresel ekolojik krize ait gerçekler, CFR gibi kapitalist sınıfa ait bir örgütün yüzleşmek istemeyeceği bir krizin tezahürleridir: zira gezegenin ve üzerindeki mevcut yaşam formlarının kurtarılması için, fosil yakıt madenciliği ve bu yakıtların kullanılması meselelerinin hükümet emriyle şiddetli bir biçimde kısıtlanması gerekiyor. Bu çıkarım, CFR’nin desteklediği tüm neoliberal serbest piyasacı, tekelci finans kapitalist dünya düzenine aykırıdır.”

CFR’nin kapitalist-emperyalist taahhütlerinin insanlığın ve insanın bekasının temel maddî ihtiyaçlarına baskın çıkması karşısında, insanların ABD’de CFR ve onun elindeki birçok iktidar eliti grubunun teşkil ettiği kapitalist “derin devletler”ce yönetilen plütokrasiler yerine halkın kontrol ettiği ulus-devletleri meydana getirmek adına bir halkçı-demokratik devrim yapmaları insanlık için varoluşsal bir zorunluluktur. Eğer şanslıysak, sonuçta ortaya halkçı, katılımcı ve demokratik bir ekososyalizm çıkacak, eğer değilsek, insanın soyu tükenecek.

Paul Street
6 Ekim 2015
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Shoup’un analizine göre, eskiden Batı’da hâkim olan kapitalist paradigma Keynesçilik iken, son kırk yıl içinde onun yerini, resmî düzeyde sermayenin ve malların dünya genelinde serbest hareketine (serbest piyasalara) ve çokuluslu, ulusötesi şirket yanlısı küreselleşmeye bağlanmış, devlet iktidarınca teşvik edilip dayatılan, “neoliberalizm” adı verilen doktriner fikirler demeti almıştır. Bu, sermayenin olağan konumudur, sistem her daim bu yöne zorlamakta, alttaki sınıf mücadelesinin düzeyini dikkate almaktadır. Ekonomik bir reçete olmak yanında neoliberalizmin şirketleri kurtarma projesi, aynı zamanda kolektif mülkiyete (sosyalizme), ulusal kalkınmaya (ulusal kurtuluşa) ve toplumsal dayanışmaya (sendikalizm ve topluma) dair fikirlere yönelik ideolojik bir saldırıyı da temsil etmektedir. Bunun yerine bireycilik yüceltilmektedir. Batılı kapitalist elitlerin son yüzyılın ortasında önemli ölçüde kabul ettikleri “Keynesçi şema”da ve “sistem”de işçi sendikaları “sınıfsal uzlaşmayla birlikte kabul edilmişlerdir; devlet, sermayenin kimi hareketlerini sınırlayan düzenlemeler dayatmıştır; şirketlerin ve zenginlerin ödedikleri vergiler nispeten yüksektirler; birçok alanda devlet planlaması, sanayi politikası ve devlet mülkiyeti mevcuttur; ayrıca çeşitli sosyal yardım biçimleri aracılığıyla yoksul yurttaşların sosyal refah düzeyi arttırma ve tam istihdam sağlama yönünde kimi girişimlere tanık olunmuştur.” [Shoup, Wall Street’s Think Tank, s. 163-164.]

[2] 2004 tarihli kitabı Power, Terror, Peace, and War: America’s Grand Strategy in a World at Risk’te [“İktidar, Terör, Barış ve Savaş: Amerika’nın Risk Altındaki Dünyada Büyük Stratejisi”], CFR’nin Kissinger döneminden kalma kıdemli üyesi ve ABD dış politikası uzmanı Mead şunları söylüyor: “1910’lardan 1970’lere dek hâkim olan ‘Fordist’ kapitalist kalkınma çağından bugün ‘binyıl kapitalizmi’ denilen mevcut döneme geçişte Keynesçilik ve neoliberalizm gibi daha faydalı ve doğru terimlerden tümüyle kaçınmak gerek.” Mead’in kullandığı “Fordizm” terimi esasında belirli kapitalistlerin politikasıdır, ilk kullanan da Henry Ford’dur. Burada amaç, üretimde çalışan işçilere ürettikleri malları satın almaya yetecek maaşı ödemektir. Mead, kitabında işçilerin onlarca yıl boyunca belirli bir sendikalaşma düzeyine ulaşma, yüksek ücretler elde etme, daha iyi çalışma koşulları ve belirli bir işkolunda sosyal yardımlar alma ile ilgili yürüttüğü, yoğun ve bedelleri ağır olan sınıf mücadelelerinden hiç bahsetmiyor. O, Fordizmi sadece bazı kapitalistlerin sendikaları kabul ettiklerini, bunun da sosyoekonomik sistemin daha fazla idareye, düzenlemelere tabi, istikrarlı bir hâle gelmesini sağladığını, bu süreci de devlet planlamasının, belli düzeyde sınıf uzlaşmasının ve daha az gelir eşitliğinin karakterize ettiğini söylüyor. Mead, ayrıca Fordizmin/Keynesçiliğin “zamanla yeni ve daha zinde bir kapitalizm biçimi ürettiğine, bu kapitalizmin bugün kendisinin ‘binyıl kapitalizmi’ dediği şeyi icat ve keşfettiğine işaret ediyor. [Shoup, Wall Street’s Think Tank, s. 193.] (Yönetici sınıf ve profesyonel sınıfa mensup elitler, anladıkları biçimiyle, kapitalizmle ilgili belirli bir sınıf ve sistem bilinci üzerine kurulu yöntemlere dair bilgiler verme konusunda tümüyle kapalı değiller.)

[3] CFR’nin neoliberal, savaş kışkırtıcısı ve petro-emperyalist jeopolitik zihniyeti Irak’ın işgal edilmesini ve yıkılmasını destekledi. Shoup’un alıntıladığı ve aktardığı şu makalelere bakınız: CFR Başkanı Richard Haass, “What to Do With American Primacy,” Foreign Affairs  (Eylül-Ekim 1999); Fouad Ajami, “The Sentry’s Solitude,” Foreign Affairs (Kasım-Aralık 2001); CFR Kıdemli Üyesi Kenneth Pollack, “Next Stop Baghdad?,” Foreign Affairs (Mart-Nisan 2002); Sebastian Mallaby, “The Reluctant Imperialist: Terrorism, Failed States, and the Case for American Empire,” Foreign Affairs (Mart-Nisan, 2002); Donald Rumsfeld, “Transforming the Military,” Foreign Affairs (Mayıs-Haziran 2002); Elliot Cohen, “A Tale of Two Secretaries,” Foreign Affairs (Mayıs-Haziran 2002); CFR Kıdemli Üyesi Michael Mandelbaum, “U.S. Most Plan Post-Hussein Iraq,” Newsday, 1 Ağustos 2002; Kenneth Pollack, The Threatening Storm: The Case for Invading Iraq (New York: A Council of Foreign Relations Book, Random House, 2002); Pollack, “Securing the Gulf,” Foreign Affairs (Temmuz-Ağustos 2003, “It’s the Oil, Stupid” adıyla yayınlandı). Bush’un Irak’ı işgal etmesinden önce ve sonra kaleme alınan, açıktan emperyalist ve petrol odaklı bu makaleler okunduğunda görülecektir ki CFR’nin elitler içerisinde yürüttüğü tartışma ABD’nin hiç emperyalist tarzda hareket etmeyeceğini söyleyen, ABD’nin istisnaî bir ülke olduğunu iddia eden resmî doktrinin tam aksi yönde seyrettiği anlaşılıyor. (İmparatorluğun kendisi de önde gelen iktidar eliti plancıları arasında tabu niteliğinde bir konu başlığı değil.) Gelgelelim CFR’li düşünür (Irak’ın işgalinin savunucularından) Michael Mandelbaum, “eğer Amerika Golyat ise o iyi kalpli bir Golyat” diyor. Ona göre, ABD dünyayı daha iyi, daha güvenli ve daha demokratik bir yer hâline getirmek için asil ve özverili bir biçimde çalışan iyiliksever bir imparatorluk. Bkz.: Michael Mandelbaum, The Case for Goliath: How America Acts as the World’s Government in the 21st Century (2005). Bu yüzyılda (ve bu son yüzyıl içinde) o şefkatli Sam Amca’nın milyonlarca Iraklıyı katletmesi ve yerinden yurdundan etmesi başka birçok şeyin yanında, bu teze pek uymuyor.

0 Yorum: